86/TARIK
Nisbeten erken bir tarihte (muhtemelen
Hz. Peygamber'in nübüvvetinin dördüncü yılında) nazil olan bu sure, ismini
birinci ayetinde geçen târık
kelimesinden alır.
1 DÜŞÜN
gökleri ve gece vakti geleni!1
2 Bilir
misin nedir gece vakti gelen?
3 O, yıldızdır
[inanmadan yaşanan hayatın] karanlığını delip geçen:
4 [zaten]
hiçbir insan korunmasız bırakılmamıştır.2
5 İNSAN,
neden yaratıldığına bir baksın: 6 o
spermalı bir sıvıdan yaratılmıştır 7 [erkeğin]
beli ile [kadının] leğen kemiği3 arasından
çıkan. 8 Elbette O, [insanı yoktan
var eden] onu yeniden [hayata] döndürmeye de kâdirdir: 9 bütün sırların ortaya serileceği Gün, 10 ve [insanın] ne bir kuvvet ne de yardımcı bulacağı (Gün)!
11 Düşün4 dönüp duran gökleri, 12 ve bitkilerle patlayıp yarılan yeri!
13 BAKIN,
bu [ilahî kelâm] doğruyu yanlıştan ayıran bir sözdür,5 14 boş
bir lakırdı değil.
15 Elbette
on[u kabule yanaşmayan]lar, birçok düzmece kanıt ararlar6 [ilahî kelâmı çürütmek için]; 16 ama Ben onların bütün planlarını
boşa çıkaracağım.7
17 Öyleyse
bırak, hakikati inkar edenler dilediklerini yapsınlar, yapsınlar kısa bir süre!
DİPNOTLAR
1 Bazı
müfessirler, târık (“gece vakti
gelen”) olarak tanımlanan şeyin sabah-yıldızı olduğunu, çünkü onun gecenin
bitimine doğru göründüğünü ileri sürerler; diğerleri ise -Zemahşerî ve Râğıb
gibi- genel manada onu “yıldız” cinsi olarak anlarlar. Şimdi bu ismin kökünü
analiz edersek, “[bir şeye] vurdu” veya “bir şeyi [döğdü]” anlamındaki taraka fiilinden türetildiğini görürüz;
bu nedenle, taraka'l-bâb, “kapıyı
çaldı” anlamına gelir. Mecazî olarak da, “gece vakti gelen herhangi bir şey”i
[veya “herhangi bir kimse”yi] gösterir, çünkü bir eve gece gelen kişinin kapıyı
çalması beklenir (Tâcu'l-‘Arûs).
Kur’an'ın ifade tarzında târık,
felaketin ve sıkıntının derin karanlığında bunalmış bir insana zaman zaman
gelen semavî bir teselli ve rahatlamayı; veya belirsizliğin karanlığını gideren
anî, sezgisel bir aydınlanmayı; yahut da adeta insanın kalp kapılarını çalan ve
böylece hem teselli ve rahatlama, hem de aydınlanma fonksiyonlarını gören ilahî
vahyi ifade eden bir mecazdır. (Yemin ifade eden ve bağlacını “Düşün” olarak çevirmem konusunda bkz. sure 74, not
23'ün ilk bölümü.)
2
Lafzen, “üzerinde muhafızı bulunmayan [yahut “gözetilmeyen”] hiçbir insan
yoktur”. Bkz. bu bağlamda 82:10-12, not 7.
3
“Leğen kemiği” olarak çevirdiğim terâib
çoğul ismi, aynı zamanda “kaburga kemiği” veya “kaval kemiği” anlamlarına da
gelir; nadiren kullanılan Kur’ânî kavramların etimolojisi üzerinde uzmanlaşmış
otoritelerin çoğuna göre bu terim, özellikle kadın anatomisi ile ilgilidir (Tâcu'l-‘Arûs).
4
Zımnen, “ve son olarak, Allah'ın yaratma ve yeniden diriltme kudretini tam
olarak kavrayabilmek için düşün ...” vd.
5
Lafzen, “hüküm veren bir söz” veya “ayırd edici bir söz”, yani doğru ile yanlış
arasında ayrım -burada, bir tarafta “ölüm”den sonra hayatın devamlılığına
inanç, diğer tarafta bu ihtimalin reddi arasında ayrım. (Karş. Kıyamet
Günü'nden “Ayrım Günü” olarak söz eden 37:21, 44:40, 77:13 ve 38, 78:17; bkz.
ayrıca 77:13, not 6).
6
Lafzen, “[birçok] tuzak (keyd)
kurarlar”: bkz. hemen hemen eş anlamlı bir kelime olan mekr'in aynı anlamda kullanıldığı 34:33, not 41.
7
Lafzen, “Ben, [daha ince] bir tuzak kuracağım”, yani onlarınkini boşa çıkarmak
için. Benim kullandığım açıklayıcı ifadeler, bütün otoritelere göre yukarıdaki
ayetin taşıdığı anlamı yansıtmaktadır.