85/BURUC
91. sureden (Şems) sonra nazil olmuştur.
1 DÜŞÜN
büyük burçlarla dolu göğü,
2 ve
[tahayyül et] vaad edilen Günü,1
3 ve O
[her şeye] tanıklık eden ile [O'nun tarafından] tanıklık edileni!2
4 ONLAR
[yalnızca] kendilerini yok ederler,3 o çukuru
hazırlayanlar,
5 [imana
ermiş olanlara karşı] şiddetle yanan ateş (çukurunu)!4
6 Hani,
onlar [keyifle] o [ateşi] seyretmişlerdi, 7
müminlere ne yaptıklarının bilincinde olarak;5 8 yalnızca
Kudret Sahibi, bütün övgülere layık olan Allah'a inanmalarından dolayı nefret
ediyorlardı o müminlerden, 9 O Allah
ki göklerin ve yerin hükümranlığına sahiptir.
O Allah ki her şeye tanıktır!
10 İnanan
erkekler ile inanan kadınlara işkence edenlere ve sonra hiçbir pişmanlık
duymayanlara gelince, onları cehennem azabı beklemektedir: evet, yakıcı azap6 beklemektedir onları!
11 [Ama,]
imana ermiş olup da doğru ve yararlı işler yapanlar, [öteki dünyada] içinden
ırmaklar akan bahçeler bulacaklardır; bu, büyük bir kurtuluştur!7
12
ŞÜPHESİZ, Rabbinin yakalaması son derece çetindir!
13 O'dur
[insanı] yoktan var eden ve sonra yeniden hayata getiren.
14 Ve
yalnız O'dur gerçek bağışlayıcı, sevgide kapsayıcı, 15 şanlı kudret tahtının sahibi8, 16
dilediği her şeyin mutlak Yapıcısı.
17 [GÜNAHKAR]
orduların kıssasından haberin var mı? 18
Firavun ve Semûd [kavmi]nin?9
19 Ama,
hakikati inkara şartlanmış olanlar onu yalanlamakta ısrar ederler: 20 halbuki Allah onları, farkında
olmadıkları halde,10 [ilmi ve kudreti ile]
kuşatır.
21 Yok
yok, hayır! Bu [reddettikleri ilahî kelâm] şerefli/soylu bir hitabedir, 22 kaybolmayan bir levha üzerine
[işlenmiş (bir hitabe)].11
DİPNOTLAR
1 Yani,
Kıyamet Günü'nü.
2
Allah, evreni yaratmakla, denilebilir ki, Kendi kudretine ve eşsiz-ortaksız
oluşuna “tanıklık yapar”: karş. 3:18 -“Allah O'ndan başka tanrı olmadığına
[bizzat Kendisi] şahittir”- ve ilgili not 11.
3 Kutile'nin
bu şekilde çevrilmesi ile ilgili bir açıklama için bkz. 74:19-20, not 9.
4
Lafzen, “şu yanıp tutuşan ateş çukurundan sorumlu olanlar (ashâb)”. Bu temsîlî pasajı açıklamak için müfessirler, onu -gereksiz
bir biçimde- geçmiş zaman kipinde alarak yorumlamışlar ve bu zalimlerin
tarihsel “kimliklerini tesbit” etmek amacıyla en zayıf ve çelişkili menkıbeleri
nakletmişlerdir. Bu yorumların ürünü olarak, Hz. İbrahim'in putperest
çağdaşlarıyla yaşadığı tecrübeden (karş. 21:68-70) Nebukadnezar'ın
İsrailoğulları'ndan üç dindar kişiyi yanan bir ocakta yakma teşebbüsünü anlatan
Kitâb-ı Mukaddes efsanesine (Daniel'in Kitabı iii, 19 vd.), yahut 6. yüzyılda
Necrân Hristiyanları'nın Yemen Kıralı Zû Nevâs (ki Yahudi dinine mensup idi)
tarafından idam edilmelerine, yahut tamamen uydurma bir hikaye olan, bir
Zerdüşt kralının erkek kardeş ile kız kardeşin evlenmelerine “Allah'ın müsaade
ettiği” şeklindeki hükmünü kabul etmeyen teb‘asını ateşe atarak öldürdüğüne vd.
kadar uzanan bir hikayeler antolojisi meydana gelmiştir. Bu menkıbelerin hiç
biri, elbette bu bağlamda ciddî bir araştırmaya değecek nitelikte değildir.
Ancak yukarıdaki Kur’an pasajında atıfta bulunulan zalimlerin anonimliği,
burada bir darb-ı mesel (parable)
karşısında bulunduğumuzu ve “tarihî” yahut efsanevî olayların sözkonusu
olmadığını göstermektedir. İşkenceciler, kendileri hiçbir şekilde iman etmeyen
ve başkalarının da iman etmesini nefretle karşılayan (bkz. aşağıda 8. ayet)
kimselerdir; “ateş çukuru”, zalimlerin inananlara işkencelerinin mecazî bir
ifadesidir: belli bir dönemle veya belli insanlarla sınırlı olmayıp yazılı
tarih içinde çeşitli biçimlerde ve değişen yoğunluk derecelerinde tekrarlanan
bir olgu.
5
Lafzen, “etrafında otururlarken onların yaptıkları her şeyi gözlerler”.
6
Lafzen, “yakmak suretiyle”.
7 Bu,
dürüst ve erdemlileri öteki dünyada bekleyen nimetlerin bir teşbîhi olarak
“içinden ırmaklar akan bahçeler” ifadesinin Kur’an'da hemen hemen ilk defa
kullanıldığı yerdir.
8
Lafzen, “O, şanlı kudret tahtının (el-‘arşu'l-mecîd)
tanrısı”. ‘Arş'ın “kudret tahtı” olarak çevrilmesi konusunda bkz. 7:54 ve
ilgili not 43.
9
Zımnen, “ikisi de günahlarından dolayı yok edilmişlerdi”. Firavun'un ve
ordularının kıssası ve boğularak ortadan kaldırılmaları, Kur’an'da birçok kere
zikredilmiştir; Semûd kıssası için bkz. özellikle 7:73 vd. ve ilgili notlar
56-62.
10
Lafzen, “arkalarından”; pek yakın olduğu halde farkında olunmayan bir şeyin
başa gelmesini gösteren deyimsel bir ifade.
11
Lafzen, “iyi muhafaza edilen bir levhada (levh-i
mahfûz)” -Yalnız bu ifade, tek başına, Kur’an'ın bir tanımını vermektedir.
Bazı müfessirler, sözkonusu levhayı lafzî anlamıyla alıp Kur’an'ın ezelden beri
kaydedildiği gerçek bir “ilahî levha” şeklinde anladıkları halde, diğer birçoklarına
göre bu ifade her zaman mecazî bir anlam taşımaktadır: yani, bu ilahî kelâmın kaybolmazlık / korunurluk niteliğine bir
işaret. Bu yorum, mesela Taberî, Beğavî, Râzî ve İbni Kesîr tarafından doğru
görülerek nakledilmiştir. Bunlar, “iyi muhafaza edilen bir levhada” ifadesinin,
Kur’an'ın hiçbir zaman bozulmayacağı ve her zaman bütün keyfî ilavelerden,
çıkarmalardan ve lafzî değişikliklerden uzak kalacağı şeklindeki ilahî vaad ile
ilgili olduğu konusunda hemfikirdirler. Bu bağlamda bkz. 15:9 ve ilgili not 10.